Türk Tuborg Frederik Bira Serisine Detaylı Bir Bakış

Türk Tuborg Frederik Bira Serisine Detaylı Bir Bakış
Size sonu güzel biten bir anımı yazarak başlamak isterim.

Yıllar öncesinden. 1994 senesinin hafif serin bir yaz akşamı olmalı.

Ataköy Marina'da yeni bir İngiliz barı, North Shield uğrak noktamız. Hani uğrak noktamız derken, ben zaten küçüğüm henüz, bizimkiler gidiyor ben de yanlarında, çocuk kontenjanından yancı. Hatırlıyorum babam birkaç viski sonrası (o viskileri hiç sormayın bugün servet) rakıya geçiyor, her zaman rakıyı daha çok sevmiştir, annem pek içmez.

Bakıyorum ortama, sımsıcak, müthiş bir yer, televizyonda maç, millet kahkahalar falan, tabii ki önüme gelen kola beni kesmiyor ve çaktırmadan annemi zorluyorum, kendine bira söyle diye. Biraz sabretsem evde geçen hafta babamın getirdiği, valizde gördüğüm ve üzerinde 12-17 yazan Bowmore, 15-18 yazan Macallan gibi garip isimli, bilinmedik viskilerden herkes yatınca kolaya karıştırıp içeceğim ama sabırsızım çünkü sohbetleri uzuyor. Kıramıyor kadıncağız ama gidiyor masada bir normal bira söylenebilenecek en son insana söylüyor. Mekan sahibi artık televizyon ve dijital medya sayesinde içki kültürüne merak salmış hemen herkesin tanıdığı Teoman Hünal.

O da tabii annem istemiş, “özel birşey getireceğim” diyor. Ben orada aslında pis bir sulu sarı bira içmek için sabırsızlanıyorum, iş büyümesin istiyorum. Neyse bir bira geliyor, simsiyah, çamur kıvamında. Korktuğum gibi olmuyor, kimse biraya bakmıyor.

Annem de kimseye çaktırmadan bana al iç geldi işte bira diyor. Biraz iç sonra ver diyorum. Ben bunu içmem bu ne yahu diyor bana yine çaktırmadan. Ben içimden anne bi bira söyle dedik bu ne, garsona söylesen uğraşmazdık bu işle diyorum, niye yetkili soktun işin içine. Birkaç dakika sonra tabii dayanamıyor ilk yudumda kendimden geçiyor ve henüz sadece birkaç basit cümle kurabildiğim İngilizcemle etiketi okuyorum, Newcastle Brown Ale. Böyle kahve gibi ama alkollü, yanık gibi ama değil.

Aklımdan çıkmıyor sonra. Hep hatırlıyorum hatta bir tanesini evde saklıyorum özel günde içmeye, sonra bozuluyor falan. Şimdilerde asla bozulmayacak bir tür olan viskiyi saklamayıp içmeli çünkü hayat kısa felsefesine inanırken, çocukluğumda fermente içkileri bile saklamaya çalışan biriydim aslında.

Neyse zaman hızlı geçiyor, geçmişin gölgeleri de uzun oluyor. 20 yıl ilerleyelim. Bundan üç yıl önce, İstanbul’da bir bira lansmanına gidiyorum, üç tane bira içiyorum. İkisi de güzel ama birini içtiğimde bu hikayeyi hatırlıyorum. Öyle kalıyorum aslında orada. Türk reçetesi diyor biri, biz yaptık. Brown Ale diyor. Gurur duyuyorum. Damağım geçmişe gidiyor. Damakta geçmiş çok uzun sürüyor. Türk Tuborg’un Frederik serisi aslında benim için böyle açılıyor.

O yüzden ilk biradan devam edeyim, Frederik Brown Ale.

Tuborg’un ilk zamanındaki brewmaster’I (bira imalatçısı) Frederik anısına yapılmış bu serinin sert çocuğu Brown Ale, kavrulmuş malt ve İngiliz şerbetçiotları ile üretilen bir ale. 5.8 alkollü. 35 cl.’lik şişede, 33 cl. değil. Bir hikayesi olan, bunu da etiketinde anlatan viskiler, biralar her zaman daha çekici gelmiştir bana. Frederik Brown Ale de, kendini şöyle anlatıyor.



“19. Yüzyılın başında, İngiltere’de, koyu renkli maltın bira üretiminde kullanılmasıyla biracılıkta yeni bir dönem başladı. Koyu bir renge sahip olan Brown Ale, karamelimsi, kavrulmuş ve isli bir karakterleriyle ön plana çıkmaktadır.”

Gerçekten de öyle, ilk içtiğimde deneme şansım olmamıştı ama aklımın bir köşesine yazmıştım, viskiyle de harika gider diye. O zamanlar marketlerde satılmıyordu, sadece seçilmiş birkaç bar ve restaurantta vardı ve ikinci denemem arasında epey bir süre geçmişti. Bununla beraber insan damak hafızasını kolay kolay unutmuyor şüphesiz.

Daha sonra şişesini bulup da içerken, yanına bir kadeh sevdiğim malt viskilerden (sevmediğimi bulmak zor) de koydum, bir küçük yudum viski ve bir hovarda yudum Brown Ale çok güzel bir eşleşme yakaladı. İngiltere’de bir mahalle barında, tutulan yerel takımın maçını izlemek için beklerken hafiften yükselmeye başlayan sesler arasında kalmış gibi koktu ortam. Viskim İskoçtu ama bu birayla ortam pek İngiliz oluyor.

Küçük bir tavsiye, tercihlerinizi bilemem ancak ben bu birayı çok soğuk sevmiyorum, hafif soğutulmuş hali hem viskiye daha güzel uyum sağlıyor hem de karakterindeki o zengin notaları daha ön plana çıkarıyor.

Bir İngiliz barının ceviz masasının üzerine dökülmüş biranın birkaç fındığı ıslatması gibi. “Ben maçtır şudur sevmem” diyen dostlarımız için de güzel bir brownie ile denemelerini tavsiye derim, tabii daha sessiz bir ortamda.

Serinin ikinci birasına geçelim. Bir Märzen Lager. Bavyera Mart biraları tarzında lager tipi bira.

Türkiye’de, İzmir tesislerinde üretiliyor.



Karemelize lezzet profili Vienna ve Munich maltları ile sağlanırken ferahlatan çiçeksi denge, Hallertau şerbetçi otları ile sunulmuş. 5.7 derece alkollü. Şüphesiz yine bir hikayesi var, hikaye için sözü yine şişeye bırakıyorum.

“Maerz…Almanca Mart demek. Baharın son mahsülleriyle harmanlanıp zengin aroma karakteristiğine sahip Münih maltları ile üretilen bu bira 16. yüzyılın başında, sıcak Bavyera yazları boyunca serin mahzenlerde bekletildikten sonra, özellikle sonbahar döneminde tüketildiği için –Octoberfest- birası olarak da tanınır.”

Bir viskiyle peynir eşleştirmek gerçekten çok zor ancak Frederik Märzen lager ile bir eskitilmiş peynir, ızgara sosis, hindi etli sandviç hatta peynirli pizzayı dahi eşleştirdim, hepsinde de muazzam bir eşlikçi oldu. Zaten eşlikçilerin yakışmasından da belli olduğu gibi bu bira, yine İzmir’de üretilen, Türk ekibin kendi dokunuşlarıyla ve başarıyla yarattığı bir Alman klasiği.

Ben bu yazıyı yazdığım esnada Alman futbol ligi Bundesliga, pandemic nedeniyle ara vermis durumda ancak yakında tekrar başlayacak, eşlikçi olarak yanına bir de güzel Alman derbisi ekleyin derim.

Gelelim Frederik serisinin üçüncü birasına.

Belki uzun yıllardır ülkemizde hiç olmadığı için, belki de gerçekten biz Türk insanın da damak tadı yavaş yavaş değiştiği için çok popüler olan IPA türündeki bu biramız da yine Türk reçetesiyle, Türkiye’de üretilmiş, zengin ve hatta biraz karmaşık bir karaktere sahip. Bira dünyasının pek meşhur bir terimi vardır, köpüğün bardağın ağzını ve ortasında yer yer kalarak bir çeşit doku oluşturması, buna da Brüksel danteli derler. İşte bu birada tam olarak o naif, kibar danteli siz de kadehinizde görebilirsiniz.



Frederik IPA, yine son dönemde pek popüler olmayan Amerikan pale ale türü biralar gibi (belki de biraz fazla şekilde) tatlı-ekşi narenciye patlatması yaşatmıyor. Şerbetçiotundan gelen acılığı da gayet yerinde. Hatta biraz da agresif bir kullanıma da hayır demezdim açıkçası.

Yine söz şişenin kendisinde:

“18. yüzyılın başında, İngiltere’den Hindistan’a bira gönderiliyordu. O zamanlar bu yolculuğun uzun sürmesi nedeniyle biraların dayanıklılığın artırılması amacıyla şerbetçiotunu yoğun kullanmayı keşfettiler. Bu süreç, ortaya maltın tatlılığının, şerbetçiotunun yoğunluğuyla dengelediği serinletici bir bira olan India Pale Ale’yi çıkarttı.”

Atölyelerimde de defalarca güzel bir viskinin yanında konuklarıma ikram ettiğim Frederik IPA, mandalinasını çok tatlı tercih etmeyen, greyfurtunu hafif ekşi, hatta limonatasını çok az şekerli sevenler için kendi başına çok zengin bir lezzet sunacaktır.

Serinin son birası, zaten daha sonradan üretilmeye başlayan ve yanılmıyorsam Türkiye’de ilk defa üretilmiş bir tür. Bu sefer arpanın değil buğdaydan üretilmiş maltın ağırlıklı olduğu bir IPA. Frederik’in bu Wheat Ipa’sı, bir Brown Ale’ye göre daha soğuk tercih edilebilir. Atölyelerde özellikle şarap fıçısı bitişli viskilerle birlikte ikram etmiştim.



Kullanılmakta olan Bavaria mayası ile buğday biralarının hemen hemen tümünde bulunan, hatta bulunması gereken diyeyim, muz lezzeti, Chardonnay fıçısında dinlendirilmiş güzel bir İrlanda viskisi ile gayet keyifli bir tamamlayıcılık katmıştı.

Bununla beraber pastane lezzetleri ile viski-bira içmeyi çok seven biri olarak bu birayı, klasik hafif tatlı sevdiğiniz hamur işleri ile de deneyebilirsiniz, şüphesiz biraz kalorili bir öneri ancak buna değer.

“16. Yüzyılda geleneksel Alman buğday biraları ile başlayan yolculuk, 1980’lerde yükselişe geçen modern Amerikan Craft Bira kültürü ile birleşerek karanfil, muz, vanilya ve narenciye benzeri lezzetleri zarif bir denge ile sunan Frederik Wheat IPA’yı oluşturmuştur.”

Frederik serisi şimdilik bu özel dört bira üzerinden hayatına devam ediyor.

Henüz tatmadıysanız mutlaka tatmalısınız, sadece güzel birkaç bira içmek için değil, aynı viskide olduğu gibi, “bira işte hepsi birbirine benziyor” demenin ne kadar yanlış olduğunu, başka birinden değil, kendi damağınızdan duymak için.

Zaten en çok güvenmeniz gereken de o değil mi?

Edit: Serinin beşinci ve en yeni üyesi Yakima IPA'ya bugün denk geldim ve hemen yazıya eklemek istedim. 



"Yüzyıllardır Kuzey Amerika'da Kızılderililere ev sahipliği yapan Yakima Vadisi'nin verimli topraklarında yetişen şerbetçiotlarıyla zengin bir tat sunan Frederik Yakima IPA, çam, narenciye ve tropik notaların hakim olduğu güçlü bir lezzet profiline sahiptir." 

Firmanın ürettiği biraya yaptığı açıklama bu detayları içeriyor. Açıkçası muazzam bir acı narenciye koku patlaması yaşattığını söyleyebilirim. Serinin buğday bazlı Wheat IPA ve klasik IPA'sına nazaran çok daha asidik bir yapısı var.

Benim için bir yaz IPA'sı olarak yerini aldı. %6.5 alkol oranı ile gayet tatmin edici. Bitişi çok kısa, ben biraz daha o zengin tatların kalmasını arzu ederdim.

Hızlı ve kolay bir şekilde üst üste devirebileceğiniz biralarınız arasına gireceğinden eminim. 

Sevgiler

Ozan
2023 © ViskiGurme